Perşembe, Mart 07, 2013

,

Offf.

Çok zaman olmuş yazıp çizmeyeli buralara. Elim de bir hayli korkak. Du' bakalım.

Aslında anlatacak bol aksiyonlu, acıklı, gerilimli ve mutlu sonlu bir hikayem var. Dün instagrama bu hikayeyle ilgili bir fotoğraf ekledim, tarihe not düşmek için. Sonra telefon vasıtasıyla anneme ve kardeşime anlattım uzun uzun. Kesmedi herhalde, bir arkadaşım geçmiş olsun dedi, başladım ona da ayrıntıları anlatmaya. Velhasıl iş bu tozlu bloga kadar uzandı.Neşeli ve tehlikeli bir cüceyle yaşarken hikayeler bitmek bilmiyor. Yazmak lazım.

Anne olanlar bilir. Annelik benzersiz bir durum. Gülücüklü, öpücüklü, heyecanlı oluşunun yanı sıra bildiğin ağır işçilik. Durmak yok, dinlenmek yok. Kulaklar sürekli havada, gözler fır dönüyor, girilen her ortamda filmlerdeki androidler gibi analizler yapılıyor.''Merdiven var tehlikeli bızzt, kahve servisini çocuktan uzak yap cızzzt, yerde izmaritler var, ağzına atabilir dızzztt... '' gibi. 

Dün yaşadığımız olaya geçeyim, lafı uzatmadan.

Ada' nın kahvaltısı ile güne başlangıç yaptık her zamanki gibi.Kahvaltının ardından portakal suyu içer genellikle. Mutfakta kalmadığını fark edince, eve nispeten serin olduğu için fazla meyveyi muhafaza ettiğim balkona doğru yöneldim. Bana göre bile devasa sayılabilecek raylı kapısı var balkonun. Açtım ve çıktım.Portakalı alıp arkamı döndüğümde olan olmuştu. Ada ardımdan kapıyı itmiş ve alt kısmını raya oturtmuştu. 10-15 dakika kapıyı açmaya çalıştım.Mümkün görünmüyordu.Ada içeride ben dışarıda birbirimize bakıyor, üç buçuk atıyorduk.Seyrettiğim bütün aksiyon filmleri hızla gözümün önünden geçiyordu. Camı kırarsam Ada'ya zarar verebilirdim, o halde yardım istemeliydim. Olanca sesimle '' yağğğrdım ediiin '' diye bağırmaya başladım. Şansa bakın ki inanılmaz bir rüzgar var ve uğultudan benim sesim duyulmuyor. Sadece Ada duyuyor ve başlıyor ağlamaya. Dönüp onu sakinleştiriyorum ve tekrar bağırmaya koyuluyorum. Binanın altında otomobil bayisi var. Balkonda ne varsa aşağıya sallıyorum, fark edip dışarı çıkarlar diye. I ıh duyan gören yok. Bu fasıl da yaklaşık 40-45 dakika sürüyor. Yaşadığım korku, umutsuzluk anlatılmaz. Bir de incecik tişörtleyim donuyorum.Sonunda yan taraftaki gazete dağıtım şirketinde çalışan genç bir çocuk beni duyuyor, titreyen sesimle olayı anlatmaya çalışıyorum, eşimi aramasını rica ediyorum ardından. Az sonra numarayı da bağırarak iletiyorum ve gencin işaretlerinden görüşmeyi yaptığını ve eşimin yola çıktığını anlıyorum. Rahatlıyorum, kızıma da anlatıyorum durumu '' Babadi geliyor şimdi, kapıyı aça...'' Kapıyı mı açacak? Kapıyı mı açacak? Nasıl açacak. Kapı arkadan kilitli ve anahtar arkasında, açması mümkün değil. Dizlerim titriyor, zaman geçmek bilmiyor. 10 dakika daha geçiyor. Dış kapıda bir hareket var ki Ada kapıyı gösteriyor, o tarafa gidip geliyor sürekli. Babadi'nin kapıyı açmaya çalıştığını anlıyorum. Ve elbette açamıyor.Balkon penceresinde bekliyorum. Alttaki küçük camı kırabilir misin diye soruyor, kırabileceğimi ancak Ada' nın sürekli camın önünde durduğunu söylüyorum. Nihayetinde bir plan yapıyoruz. O kapıyı çalacak, Ada kapıya yönelince ben camı kırıp içeri gireceğim. En az 4-5 senedir balkonda atıl duran tripodumu alıyorum elime ve bekliyorum. Zilin sesini duyunca, Ada' nın kapıya koştuğunu görünce var gücümle vuruyorum cama. Cam kırılıyor ama çift imiş, diğeri sapasağlam duruyor. Sesi duyan Ada ağlayarak geri dönüyor. Ben bir taraftan ikinci camı kırmaya çalışıyorum diğer taraftan Adayı camlara basmaması için ikna etmeye. Hatırladıkça ürperiyorum. Gerçi o kadar taze ki unutamıyorum da. Yaralanmadan nasıl girdim içeriye, Ada' yı kucaklayıp nasıl uzaklaştım tam hatırlamıyorum. 

Umuyorum ki bu en kötü anımız olur.








Salı, Nisan 28, 2009

Dönüşüm

Dönmüş olabilirim.

Dönüşmüş de olabilirim.

Salı, Ekim 16, 2007

KARŞILAMALAR



Evime ya da hayatıma giren, ziyaret eden yeni nesne ya da kişilere yeterince ihtimam göstermediğimi, coşkulu karşılamadığımı fark ettim.

Oysa eskiden öyle miydi ? ( Görebiliyor musunuz buğulu gözlerimden çıkan siyah-beyaz flashback baloncuğunu )

Evimize ilk renkli televizyon alındığında kardeşimle birlikte halının üstünde ellerimizi çırpıştırarak zıpladığımı hatırlarım, ondan daha değerli hiçbir şey yoktu bizim için. Sonra eskittik, alıştık, dönüp bakmaz olduk yüzüne, komşunun kumandalı televizyonuydu gözdemiz.

Kumandalı televizyonumuz geldiğinde bunun teknolojide gelinebilecek son nokta olduğuna emindik. Aman yarebbi, henüz televizyonun sesini açıp kısmaktan başka hiçbir işlevi olmayan o bool tuşlu alet nasıl da gözlerimizi kamaştırmıştı. Benim şimdiye dek hiçbir yerde görmediğim itibara sahipti kumanda. Çizilir, kırılır, bozulur! korkusuyla şeffaf naylon bir muhafaza içine yerleştirilmişti. Elden ele teslim ederken düşer de bi tarafları incinir korkusu ev ahalisinin hareketlerini nasıl da yumuşatmıştı, zarifleştirmişti. O bizim gözbebeğimizdi.

Bu televizyon ve kumandası şimdi benim himayem altında, eskisi kadar itibarı olmasa da yatak odamın bir köşesinde beni şenlendirmek için hazır bekliyor ( böylesi zor bulunur ) Uykuya dalınca elimdeki kumanda, apansız bir dönüş ya da çifteyle karşı duvarda buluyor kendini, sabah kalkınca yaralarını sarıyorum, iyileştiriyorum. Şöhretini yitirmiş ünlü hezeyanı yapmadığı, hala ısrarla çalıştığı için seviyorum onu.

Bu bayram bir kartpostal çaldı kapımı, uzun zamandır böylesine coşkulu bir karşılama yapmamıştım.