Salı, Mayıs 29, 2007

TATİL KİTABI BAŞKA OLUR

Malumunuz olduğu / olmadığı üzere yarın Antalya diyarına doğru, pazar günü dönüşlü minik bir tatile çıkıyorum.

Tatilin en önemli getirilerinden biri insanoğluna bahşettiği hafiflik olsa gerek. Hafif kıyafetler, hafif içkiler, ipod, tembelliğin dayanılmaz hafifliği ve illa ki okurken zorlamayan tüm bu saydıklarıma yaraşır eğlenceli bir tatil kitabı.

Küçük bir şehirde uzunca bir süredir yaşıyorsanız şahsınıza ait bakkalınız, çakkalınız, manavınız, kasabınız ve kitapçınız olur. Diğerlerini geçelim, mevzumuzda yerleri yok. Kitapçınız artık sizi tanıyordur, hangi konularda okumaktan hoşlandığınızı, sevdiğiniz ya da sevebileceğiniz yazarları, hangi yayınevlerine ait rafların önünde daha çok gezindiğinizi filan hep bilirler. E bunda kötü bir şey yok elbette. Zaten mevzuda rahat olmayan / kasan, gereksiz başrol kişisi benim.

Zatıalim uzunca bir süredir, hayatında hiç okumadığı, hatta okumaya tenezzül etmediği salak saçma bulduğu aşk meşk romanlarının tadına bakmak istiyor. Sevip sevmeyeceğini bilmiyor, merak ediyor. Ancak bahsi geçen türde kitabı almaya utanıyor, düşününce bile karnı ağrıyor. Küçümsediği şeyi istiyor, istemekten utanmıyor ancak istemeye utanıyor.

Bugün bu derdini çözmek üzere aklına hain bir plan geliyor ve koşuyor kitabevlerinden birine. Planı yaklaşık şu.

Maslahatgüzar kişisi şen şakrak kitabevinden içeri girecek, karşılaştığı ilk şahsiyete,

- Hahaha nasılsınız ? , Yarın Antalya'ya gidiyorum da, şöyle güneşlenirken okuyabileceğim hafif ( ? ) bir şeyler istiyorum, ne önerirsiniz ?

gibi dahiyane bir cümle kuracak, olaylar gelişecek, pembe kapaklı Barbara Cartland eserini kaptığı gibi arkasına bakmadan yola koyulacak.

Tabi böyle olmadı. Daha kapıya yaklaşmadan, ne salağım lan, plana bak dedim ve her zamanki raflarımın önünde gezindim. Yapmayı hayal ettiğim eylemin pembe kapaklı bir kitap almaktan daha sefilce olduğunu düşünerek karnımı ağrıttım. Tüm bu gereksizliklerim ve şuursuzluklarımdan nefret ettim, törpülenmeye karar verdim.

Yayımlamışsam bu yazıyı bir adım attım sayıyorum.


Ha ha ha, daha neler.

Perşembe, Mayıs 24, 2007

TEHLİKE

Hiç kimseden hediye almamak lazım, eskiden almazdım, ne rahattım.

Salı, Mayıs 22, 2007

EZCÜMLE - DÜZ CÜMLE

Dün bir körle çarpışmaktan ani ve yerinde manevramla kurtulunca daha evvel kör bir adama %100 suçlu bodoslama daldığımı, bir başka körün değneğine de ayaklarımın dolandığını hatırladım. Körüm.

Aslında bahsetmek istediğim bu değil. Anlatmak istediğim iki arkadaşımın birer yıl arayla şehri terketmeleri, beni yalnız bırakmaları esasında. Başka arkadaşım da yok. Körsün.

Yok yok aslında bahsetmek istediğim bu da değil. Sevgilim benden uzak bir hayat sürüyor, herkese koşuyor, her bir şeyle ilgileniyor ama beni bir başıma bırakıyor. Kör.

Çok mu acıklı oldu ? Mendil vereyim mi ?

Perşembe, Mayıs 10, 2007

случайность

Her ne kadar yazılarımda oyunlardan, performanslardan ziyade kendi yaşadıklarımı, abuklamalarımı anlatıyor olsam da Rusya'dan azıcık bahsetmek istedim.

Hani en son aslında tiyatroyu sevmiyor ve bunu söyleyemiyor olabileceğimden bahsetmiştim ya. Rusya, bu düşüncemi o 2 - 2,5 saatte sildi süpürdü. Gelen grup Varonej ( böyle okunuyor, nasıl yazıldığını bilmiyorum) dendi. Moskova yakınlarında küçük bir kent anladığım kadarıyla. 200 küsur yıllık bir geçmişi olan bu tiyatro grubu, tiyatronun nasıl yapılması gerektiğine, iyi oyunculuğun ne demek olduğuna dair ders verdi esasında. Üstelik oyun seçimleri çok iyi değildi.


Söylenecek çok söz var da, bende onları dile getirecek yetenek ve donanım yok.


Yakın çevrem Ruslara olan hayranlığımı bilir. Edebiyatı, müziği ıvır zıvırı at bir kenara ben bu adamların fiziksel görünümlerine, o soğuk ve mesafeli duruşlarına bile hastayım. Sadece bu sebeptendir ki, mevcut durumumda hiç bir işe yaramayacağını bildiğim halde geçen yıl Rusça öğrenmek aşkıyla kursa bile gitmiştim. Gerçi 1,5 ay sonra çalışma saatlerime bir türlü uyduramadığım için ders saatlerimi, ayrılmak zorunda kalmıştım. Velhasıl Rus alfabesini öğrendim, okuyup yazabiliyor, gak guk iki tane de cümle kurabiliyorum.


Yaşasın! kendime yeni bir Rusça öğretmeni buldum.


Çarşamba, Mayıs 09, 2007

JOB

Bir gün önce yaşadığım rezilliğin ceremesini çektim Ukrayna'nın Job'unda. Ayarları onlarca kez kontrol etmeme karşın ne makineme ne de kendime güvenebildim, tüm bu fotoğrafları ellerim titreye titreye çektim.

Fotoğraflardan da anlaşılacağı üzere ( anlayın be canlarım ) renkler , anlaşılamayacağı üzere sesler pek güzeldi. Ukraynalı kardeşlerin her biri birer Pavarotti birer Maria Callas gücünde şakıdılar. Bunun dışında söyleyebileceğim tek kelime HALLELUJAH

Hallelujah

Hallelujah

Hallelujah

...


Bu sosyalleşme çabalarım, sanatsal aktivitelerim gözlerimi yaşartıyor, senin de yaşardı mı ?

TANRI SİZİNLE OLSUN

Salı, Mayıs 08, 2007

MERHABA, O ÖKÜZ BENİM.

İtiraf ediyorum. Oyunun ilk dakikalarında, ayarlarını kontrol etmediği fotoğraf makinesinin deklanşörüne fütursuzca basan, flaşı patlatan, sonra da panikleyip ayyy mayyy diyen şahıs benim.

O flaş yüzümde patlamışcasına utanan, kızaran - bozaran, 10 - 15 dakika kalbi küt küt atan, kaçmak kurtulmak isteyen ama kıpırdayamayan hallerimi hatırladıkça kendimden yine, yine, yeniden geçiyorum. Hatırlatmayın lütfen, canımı sıkmayın.

Bugün Ukrayna var, gider miyim, hadi gittim diyelim fotoğraf çeker miyim şimdilik kestiremiyorum. Dün ve bir önceki gün izlediğim Rusya ve Türkiye oyunları hakkında bir şeyler karalamak istiyorum ama fotoğrafları bilgisayara aktaramadığım için erteliyorum.

Binbir dertten muzdarip bilgisayarımın tamirat süreci uzadıkça uzuyor. Hazır evden çıkmışken ramini 1 gb'a yükseltiyor, yepyeni bir virüs programıyla besliyorum evcil hayvanımı.