Salı, Ekim 16, 2007

KARŞILAMALAR



Evime ya da hayatıma giren, ziyaret eden yeni nesne ya da kişilere yeterince ihtimam göstermediğimi, coşkulu karşılamadığımı fark ettim.

Oysa eskiden öyle miydi ? ( Görebiliyor musunuz buğulu gözlerimden çıkan siyah-beyaz flashback baloncuğunu )

Evimize ilk renkli televizyon alındığında kardeşimle birlikte halının üstünde ellerimizi çırpıştırarak zıpladığımı hatırlarım, ondan daha değerli hiçbir şey yoktu bizim için. Sonra eskittik, alıştık, dönüp bakmaz olduk yüzüne, komşunun kumandalı televizyonuydu gözdemiz.

Kumandalı televizyonumuz geldiğinde bunun teknolojide gelinebilecek son nokta olduğuna emindik. Aman yarebbi, henüz televizyonun sesini açıp kısmaktan başka hiçbir işlevi olmayan o bool tuşlu alet nasıl da gözlerimizi kamaştırmıştı. Benim şimdiye dek hiçbir yerde görmediğim itibara sahipti kumanda. Çizilir, kırılır, bozulur! korkusuyla şeffaf naylon bir muhafaza içine yerleştirilmişti. Elden ele teslim ederken düşer de bi tarafları incinir korkusu ev ahalisinin hareketlerini nasıl da yumuşatmıştı, zarifleştirmişti. O bizim gözbebeğimizdi.

Bu televizyon ve kumandası şimdi benim himayem altında, eskisi kadar itibarı olmasa da yatak odamın bir köşesinde beni şenlendirmek için hazır bekliyor ( böylesi zor bulunur ) Uykuya dalınca elimdeki kumanda, apansız bir dönüş ya da çifteyle karşı duvarda buluyor kendini, sabah kalkınca yaralarını sarıyorum, iyileştiriyorum. Şöhretini yitirmiş ünlü hezeyanı yapmadığı, hala ısrarla çalıştığı için seviyorum onu.

Bu bayram bir kartpostal çaldı kapımı, uzun zamandır böylesine coşkulu bir karşılama yapmamıştım.

Pazartesi, Ağustos 06, 2007

PLAN B

A planımız yok aslında, kaptırıp yaşıyoruz çoğu zaman. Bazen, planlı - hesaplı yaşamayı tercih eden birilerinin A'larında B'lerinde C'lerinde yaşıyoruz. Çoğu zaman farkında değiliz bunun. Biz plansız yaşamayı tercih edenlerdeniz ( dik )

İlk kez hayatımda şimdikini A varsayıp, B planı yaptım, hatta C'nin temellerini attım, hızımı alamayıp D - G- E planları da yaratacağım büyük ihtimalle, öylesine, ölesiye korkuyorum çünkü.

Tutunabilmek için hayata bencil olmak gerekirmiş. Kıçınıza yiyeceğiniz tekmüğün acısını hiç bir şey hafifletmez ama çabucak iyileşmek için en azından bir B planı yapmak zaruriymiş.

Çarşamba, Haziran 20, 2007

HAZİRAN BASTI

Senede 30 gün kadar sofrasından eksik olmam. Beni yer haziran, yer bitirir. Mucizevi tesadüfler silsilesi oluşundan ziyade ikinci olayda, var bunda bir iş diyip kafaya takmam, haziranı diğer aylardan başka bir yere taşımamdır, başıma gelenlere sebep. Diyeceğim o ki, en acı-tatlı- ilginç hadiselerimi hep kutlu haziranda yaşadım.

* * *

Geçtiğimiz haftaya değin bir süredir giydiğim mutlu - şımarık - pürneşe - arsız kostümümü naftalinsiz, sandığa kaldırıyorum. Gözlüklerim bende kalsın.

* * *

Canım acımıyorken başkalarının acılarını fark etmediğimi farkettim canım tekrar acıdığında. Şu an bütün haksızlıklara ve kötülüklere topyekün ve yahut ayrı ayrı karşı çıkabilecek iç dinamizme, şevke ve vicdana sahip hissediyorum kendimi. Her an, toplumsal ve bireysel arızalar, insan / hayvan hakları, çevre, sistem, globalleşme, kapitalizmin arka kapıdan içimize girişi..... n üzerine cümleler kurabilirim. Düşün ne durumda olduğumu.

* * *

Dut aldım dün bir amcadan, kilosu üç ytl. Tartısı yoktu, öylesine doldurdu bir poşete ve elime tutuşturdu. Ağırdı.

* * *

Yarın beni doğum günüm.

Perşembe, Haziran 07, 2007

ALAIYE

Tatil muhabbeti yapmayacaktım esasında, tutamadım elimi. 5-10 yıl sonra bakıp ''bey bey 2007'de nasıl da tozunu almışım bak Alanya barlarının diskolarının, romatizmalarım elverse yine yaparım, yakın gözlüğümü uzatsana'' deme ihtimaline karşılık bir şeyler karalayayım dedim.

İlk durağım Antalyaydı ve 8 saatten az uyursam insanlıktan çıkarım normalde. Gelin görün ki mevzu tatil olunca 4 saatlik uykuyla aktarmalı uçak yolculuğu yaptım, akşama kadar gezindim tozundum, sabah dörde kadar dans ettim. Önce Neyzen Demhane adlı meyhaneye gittik. Mezeleri ne kadar enfesse balıkları aynı derecede kötüydü, duvarlarda Hamiyet Yüceses, Safiye Ayla fotoğrafları, bir dünya ıvır zıvır asılı salaş balıkçımızda güldük eğlendik. Yıldırım Gürses'i görünce hele keyfimiz hepten yerine geldi. Finali benim istek parçam olan Şarap mahzende yıllanır, aşkın kalbimde yıllanıyor'u udi amcayla göz göze söyleyerek yaptık. Oradan çıkınca eski adı cece olan şimdilerde laila ile çiftleşip ceila olan Dedeman'ın altına konuşlanmış denize nazır kulüpte bulduk kendimizi. Sabaha kadar çalan abuk subuk şarkılara deli dansımla eşlik ettim. ( bkz : binlerce dansöz var , bkz : pussy lover)

Uyuduk , uyandık.

Baş ağrılarımızı aldık Alanya yollarına düştük. Ben bilmezdim Alanya'da böylesi bir gece hayatı olduğunu. Sabahtan akşama kadar otelin havuzu yakınlarında oturup yiyip içmeler ve yine sabahlara kadar zıp zıp zıplamalarla özetlenebilir Alanya maceramız. Neredeyse kılabır olacaktım.

Neler gördük Alanya'da ?
- Bar üzerinde dans eden cillop hatunlar
- Köpüklü diskolar / köpüklerin içerisinde debelenen ve böylece eğlenen insanlar
- Açılışına katıldığımız bir kulüpte, kızın birine parmak attığı için korumalar tarafından sopayla-yumrukla-tekmeyle-allahneverdiyseyle dövülen sapkın, kan-revan-ürperti-donakalma.
- Alanya kalesi ve fotoğraf
- Adı The Doors olan ama hiç Doors çalmayan mekan ( en çok burada eğlendim )
- Leopar teyzegiller ( kocası, iki yetişkin kızı ve kırkından sonra doğurduğu oğlu ) ve pür neşe Ha kakakaka teyze.

Bir sonraki tatilimin Olympos uyuşukluğunda, Gökçeada dinginliğinde geçmesini ümit ediyorum.

Salı, Mayıs 29, 2007

TATİL KİTABI BAŞKA OLUR

Malumunuz olduğu / olmadığı üzere yarın Antalya diyarına doğru, pazar günü dönüşlü minik bir tatile çıkıyorum.

Tatilin en önemli getirilerinden biri insanoğluna bahşettiği hafiflik olsa gerek. Hafif kıyafetler, hafif içkiler, ipod, tembelliğin dayanılmaz hafifliği ve illa ki okurken zorlamayan tüm bu saydıklarıma yaraşır eğlenceli bir tatil kitabı.

Küçük bir şehirde uzunca bir süredir yaşıyorsanız şahsınıza ait bakkalınız, çakkalınız, manavınız, kasabınız ve kitapçınız olur. Diğerlerini geçelim, mevzumuzda yerleri yok. Kitapçınız artık sizi tanıyordur, hangi konularda okumaktan hoşlandığınızı, sevdiğiniz ya da sevebileceğiniz yazarları, hangi yayınevlerine ait rafların önünde daha çok gezindiğinizi filan hep bilirler. E bunda kötü bir şey yok elbette. Zaten mevzuda rahat olmayan / kasan, gereksiz başrol kişisi benim.

Zatıalim uzunca bir süredir, hayatında hiç okumadığı, hatta okumaya tenezzül etmediği salak saçma bulduğu aşk meşk romanlarının tadına bakmak istiyor. Sevip sevmeyeceğini bilmiyor, merak ediyor. Ancak bahsi geçen türde kitabı almaya utanıyor, düşününce bile karnı ağrıyor. Küçümsediği şeyi istiyor, istemekten utanmıyor ancak istemeye utanıyor.

Bugün bu derdini çözmek üzere aklına hain bir plan geliyor ve koşuyor kitabevlerinden birine. Planı yaklaşık şu.

Maslahatgüzar kişisi şen şakrak kitabevinden içeri girecek, karşılaştığı ilk şahsiyete,

- Hahaha nasılsınız ? , Yarın Antalya'ya gidiyorum da, şöyle güneşlenirken okuyabileceğim hafif ( ? ) bir şeyler istiyorum, ne önerirsiniz ?

gibi dahiyane bir cümle kuracak, olaylar gelişecek, pembe kapaklı Barbara Cartland eserini kaptığı gibi arkasına bakmadan yola koyulacak.

Tabi böyle olmadı. Daha kapıya yaklaşmadan, ne salağım lan, plana bak dedim ve her zamanki raflarımın önünde gezindim. Yapmayı hayal ettiğim eylemin pembe kapaklı bir kitap almaktan daha sefilce olduğunu düşünerek karnımı ağrıttım. Tüm bu gereksizliklerim ve şuursuzluklarımdan nefret ettim, törpülenmeye karar verdim.

Yayımlamışsam bu yazıyı bir adım attım sayıyorum.


Ha ha ha, daha neler.

Perşembe, Mayıs 24, 2007

TEHLİKE

Hiç kimseden hediye almamak lazım, eskiden almazdım, ne rahattım.

Salı, Mayıs 22, 2007

EZCÜMLE - DÜZ CÜMLE

Dün bir körle çarpışmaktan ani ve yerinde manevramla kurtulunca daha evvel kör bir adama %100 suçlu bodoslama daldığımı, bir başka körün değneğine de ayaklarımın dolandığını hatırladım. Körüm.

Aslında bahsetmek istediğim bu değil. Anlatmak istediğim iki arkadaşımın birer yıl arayla şehri terketmeleri, beni yalnız bırakmaları esasında. Başka arkadaşım da yok. Körsün.

Yok yok aslında bahsetmek istediğim bu da değil. Sevgilim benden uzak bir hayat sürüyor, herkese koşuyor, her bir şeyle ilgileniyor ama beni bir başıma bırakıyor. Kör.

Çok mu acıklı oldu ? Mendil vereyim mi ?

Perşembe, Mayıs 10, 2007

случайность

Her ne kadar yazılarımda oyunlardan, performanslardan ziyade kendi yaşadıklarımı, abuklamalarımı anlatıyor olsam da Rusya'dan azıcık bahsetmek istedim.

Hani en son aslında tiyatroyu sevmiyor ve bunu söyleyemiyor olabileceğimden bahsetmiştim ya. Rusya, bu düşüncemi o 2 - 2,5 saatte sildi süpürdü. Gelen grup Varonej ( böyle okunuyor, nasıl yazıldığını bilmiyorum) dendi. Moskova yakınlarında küçük bir kent anladığım kadarıyla. 200 küsur yıllık bir geçmişi olan bu tiyatro grubu, tiyatronun nasıl yapılması gerektiğine, iyi oyunculuğun ne demek olduğuna dair ders verdi esasında. Üstelik oyun seçimleri çok iyi değildi.


Söylenecek çok söz var da, bende onları dile getirecek yetenek ve donanım yok.


Yakın çevrem Ruslara olan hayranlığımı bilir. Edebiyatı, müziği ıvır zıvırı at bir kenara ben bu adamların fiziksel görünümlerine, o soğuk ve mesafeli duruşlarına bile hastayım. Sadece bu sebeptendir ki, mevcut durumumda hiç bir işe yaramayacağını bildiğim halde geçen yıl Rusça öğrenmek aşkıyla kursa bile gitmiştim. Gerçi 1,5 ay sonra çalışma saatlerime bir türlü uyduramadığım için ders saatlerimi, ayrılmak zorunda kalmıştım. Velhasıl Rus alfabesini öğrendim, okuyup yazabiliyor, gak guk iki tane de cümle kurabiliyorum.


Yaşasın! kendime yeni bir Rusça öğretmeni buldum.


Çarşamba, Mayıs 09, 2007

JOB

Bir gün önce yaşadığım rezilliğin ceremesini çektim Ukrayna'nın Job'unda. Ayarları onlarca kez kontrol etmeme karşın ne makineme ne de kendime güvenebildim, tüm bu fotoğrafları ellerim titreye titreye çektim.

Fotoğraflardan da anlaşılacağı üzere ( anlayın be canlarım ) renkler , anlaşılamayacağı üzere sesler pek güzeldi. Ukraynalı kardeşlerin her biri birer Pavarotti birer Maria Callas gücünde şakıdılar. Bunun dışında söyleyebileceğim tek kelime HALLELUJAH

Hallelujah

Hallelujah

Hallelujah

...


Bu sosyalleşme çabalarım, sanatsal aktivitelerim gözlerimi yaşartıyor, senin de yaşardı mı ?

TANRI SİZİNLE OLSUN

Salı, Mayıs 08, 2007

MERHABA, O ÖKÜZ BENİM.

İtiraf ediyorum. Oyunun ilk dakikalarında, ayarlarını kontrol etmediği fotoğraf makinesinin deklanşörüne fütursuzca basan, flaşı patlatan, sonra da panikleyip ayyy mayyy diyen şahıs benim.

O flaş yüzümde patlamışcasına utanan, kızaran - bozaran, 10 - 15 dakika kalbi küt küt atan, kaçmak kurtulmak isteyen ama kıpırdayamayan hallerimi hatırladıkça kendimden yine, yine, yeniden geçiyorum. Hatırlatmayın lütfen, canımı sıkmayın.

Bugün Ukrayna var, gider miyim, hadi gittim diyelim fotoğraf çeker miyim şimdilik kestiremiyorum. Dün ve bir önceki gün izlediğim Rusya ve Türkiye oyunları hakkında bir şeyler karalamak istiyorum ama fotoğrafları bilgisayara aktaramadığım için erteliyorum.

Binbir dertten muzdarip bilgisayarımın tamirat süreci uzadıkça uzuyor. Hazır evden çıkmışken ramini 1 gb'a yükseltiyor, yepyeni bir virüs programıyla besliyorum evcil hayvanımı.

Perşembe, Nisan 26, 2007

KIRP

Bu yazıda yalnızlığımdan, çaresizliğimden ve esaretimden dem vuracakmışım gibi geliyor. Gerçi belli olmam, mutsuz yüzümü görmeyesin/görmeyeyim diye elimden geleni ardıma koymam ben. Yine de.. yine de.. belki anlatırım ha?

Kimyamız uyuşmadı kelamı şimdiye dek ne dilimden ne de elimden dökülmüştür. Ancak geçtiğimiz günlerde çaresizlik içinde kıvrandığım, derdimi anlatmaya dimağımdaki lugatın yetmediği bir anda kurduğum cümle içerisinde geçti. Anlatamıyorsamkonuşmayayım kardeş o gün gezmelere gitmişti. Bazı kelimelere, deyimlere ve hatta cümlelere açıktan ve alenen gıcığım vardır, bu da onlardandır esasında ( diğerleri iki nokta üstüste irrite - fevkalade - fevkaladenin fevki - bağlam - stres - biçem - gerçeklik - pozitif bakmak... hatırladıkça eklerim ) . Gelme üzerime daha fazla. Seviyor olabilirim seni.

Bu şehirle, burada yaşayan insanlarla hiç bir zaman kimyam uyuşmadı. Ne ben onları sevip kabullenebildim ne de onlar beni.

Kurduğum cümle yaklaşık bu idi ve inanır mısın çok doğru idi.

maslahatgüzar bu yazıyı işlerinin çokluğu yüzünden bitiremedi, iki gün sonra kaldığı yerden devam etmek istedi ancak asık suratlı Londravari ruh durumu, yerini pırıl pırıl Antalya güneşine bırakmıştı.


Cuma, Mart 02, 2007

ON - OFF

Yaklaşık bir ay, deli gibi, tembel bacaklarımı çalıştıracağım, pantolondan taşan kenar yağlarımı eritebileceğim bir mekan aradım kendime, bulamadım. Ben de horon kursuna katılma kararı aldım ( Gitmediğim kurs kalmadı dünyada, yalnızım ). Adamın iflahını söken Akçaabat yöresi horonundan bahsediyorum, üstelik erkek oyunu. İlk günkü bol geyikli alıştırma dersinden sonra ''ah yine çok eğleneceğiz, çok eğleneceğiz '' adımlarıyla koştuk dün mekana. Adamcağız boşuna bir dahaki derste daha rahat giyinin, havlunuzu da getirin dememiş. Canımız çıktı, hoplamak zıplamaktan midemiz bulandı, en son merdivenleri inerken ayaklarım dolanıyordu birbirine.Oysa daha AL AŞAĞI HA UŞAK HA bölümüne başlamadık bile.

Zar zor eve attım kendimi. Duş almak ve uyumaktan başka niyetim yoktu derken koltuğa azıcık uzanayım deyiverdim. Uyumuşum.

Şimdi sabahtan bu yana geçmek bilmeyen bir karın ağrısıyla ( üşütmekle karışık kas ağrısı ) cebelleşiyorum. Ağrı kesici içtim, bana mısın demedi. Doktora gitmek için sürünmeyi bekliyorum.


Epeydir sinemaya gitmiyordum. Geçen hafta 1 + bu hafta 1 = 2 film izledim yakın zamanda. Geçen hafta izlediğim film Barda idi. Şahlanan Türk sinemasına destek olmak adına filmi övecek değilim. Olacakla pek işim yok, olmuş film severim ben. Konusu ya da anlatmak istediği şey benzememekle beraber aklıma Haneke'nin Funny Games'ini getirdi, o andan itibaren gerildim, bunaldım işte. Bak şimdi yine bunaldım.


Çarşamba akşamı KOKU ya gittim. Uzun zamandır ağzım açık, gözümü kırpmadan izlediğim bir filme denk gelmemiştim. Şimdilerde, rastlayacağım ilk, kızıl saçlı - süt beyaz tenli hatunu nasıl koklarımın planlarını yapıyor, o adamın Dustin Hoffman olduğunu fark edince niye 15 yıldır görmediğim amcamın oğlunu görmüşçesine sevindiğimi anlamaya çalışıyorum. Gördüğüm en çarpıcı finallerden birine de sahip bu enfes ( mmmm )
film.

İzlenebilecek diziler kervanıma bir yenisini eklemem an meselesi. Bu hafta başında dizimax'te endam eyleyen KYLE XY den bahsediyorum. Pilot bölümü hiç fena değildi. Göbek deliksiz, sevimli delikanlı Kyle'ın hayatını anlatan dizi bu kıvamda devam ederse pek mes ut olacağım, hissediyorum.




Perşembe, Ocak 25, 2007

İZOLASYON


Şimdilerde yalnızlık ve beraberinde sürüklediği fukaralık sardı beni. Annem bana sık sık,

''Korkarım çok yalnız kalacaksın yaşlandığında ''

der.

yaşlanabilirsem

Gerek de yok galiba.


Genelde sahip olduklarımın kıymetini bilmem, hatta varlıklarından şikayetçi olurum zaman zaman. Kaybedersem utanmadan niye yoklar diye sıkıntı yaparım. Hiç bir şey beni benden alamaz, tatminsizim. Üstelik tüm bu yokluğu, yoksunluğu dert etmem çoğunlukla. Bazen - şu anda olduğu gibi - Alicia Vive'deki gibi anlamsız bir piyano tıngırtısı üzer beni, şarkı bitince biter , bitmelidir.
***
Şarkı bitince biter demiştim, bitti bak, geçtiğimiz pazartesi House M.D.'nin büyyük bir heyecanla beklediğim üçüncü sezon ilk bölümünde hoşnutsuzluk yaşadım yine de ikinci bölümü merak etmeme engel teşkil etmedi. Six Feet Under'ın da 4. sezonu başlamış, bir sevindim, bir kendimden geçtim, gelicem.
- - - - -
En tiyatro insanı sesimle, tee diyaframımdan sesleniyorum,
''Korkarım bir tost isteyeceğim.''
Yazıldığı gibi okunur.

Perşembe, Ocak 18, 2007

FOTOĞRAFSIZ FOTOĞRAF YAZISI

Bütün eski fotoğraflarımı orada burada kaybettim ben, bazılarını unuttum, bazılarını bıraktım. Dün akşam annemin getirdiği fotoğraf yığınının içinde kaybettim kendimi.

Fotoğraf 1 : ( 1984 - 1985 ) Ortaokuldayım, belli ki okulun düzenlediği bir etkinliğin üyesiyim, mekan muhtemelen halk eğitim salonu, almanca öğretmenimle dans ediyorum sarmaş dolaş, almanca öğretmenim kadın - o yıllarda düğünlerde de kız kıza dans edilirdi, tuhaftı ve farkında değildik belki de - üzerimde dizlerinden cepli, cepleri fermuarlı bir kot ve annemin ördüğü mor kazak var.

Fotoğraf 2 : ( 1990 - 1991 ) Üniversitedeki ilk yılım, streç kot furyası var ben de hastasıyım o zamanlar. Dizlerini kesmiş doğramışım, pek bi rakçı edalı poz vermişim. Ayağımda alırken çok mutlu olduğumu hatırladığım adidas ayakkabılarım ( beyaz - eflatun çizgili ), üzerimde baklava dilimli kazağım var. Saçlarım uzun, upuzun, ortadan ayırmışım itinayla, henüz japon korku filmlerini izlememiş ve saçtan ibaret ürkünç hatunları görmemişiz, içimiz ferah, bölümde yılbaşı kutlaması yapıyoruz.

Ara veriyorum.

( 2007 01 18 14:45 ) Şirketteki hatunlardan biri, hacdan gelen hurmayı yedi ve çekirdeğini cüzdanına koydu, böylece cüzdan hiç boş kalmayacakmış, paralarla dolup taşacakmış.

Çarşamba, Ocak 17, 2007

VE


Biz küçükken kardeşimle en sevdiğimiz oyunlardan biri ''ve'' oyunu idi. Dedemin tavan arasındaki kitaplarını yürütür, en münasip ağaç gölgesinde başlardık oyunumuza. Rastgele açtığımız sayfadaki ''ve'' leri işaretlerdik çabucak, sonra başlardık saymaya.Kimin sayfasındaki ve daha çok ise o kazanırdı, mutlu olurduk. İle versiyonu da vardı.Öyle aklıma geldi birden. Hiç kimse bana bu oyundan bahsetmedi, acaba ben ve kardeşim dışında kimse oynamadı mı ?


Salı, Ocak 16, 2007

8 KEŞKÜL 1 ZİFİR


Bizim memlekette bi TATLAN PASTANESİ vardı eskiden, aslında hala var da sadece adı var. İki kardeş babamızın elinden tutar o pastanede alırdık sıkça soluğu.Kardeşim hep sup ( supangle ) yerdi ben keşkül. O kadar lezzetliydi ki yaptıkları keşküller damağımda hatıra kalan tadın üstüne hiç bir yediğim keşkülü beğenmedim bir daha. Bugün damak tadı belli ki hiç gelişmemiş bir arkadaşımın referansıyla aslen döneri meşhur Muharrem Usta'nın mekanında aldım soluğu. Orada dönerin üstüne yiyebileceğiniz tek tatlı keşküldü ve sadece keşkül yapıyorlar ise tadları muhteşem olmalıydı. Neyse gittim, oturdum.Onca şanına karşın oldukça salaş bir o kadar sevimsiz bir mekandı.Buyrun buyursunlar üsluplu ortalıkta fır dönen bir garson ilgilendi benimle. Önce pek sevmediğim halde döner siparişi verdim, gözüm cam dolaptaki keşküllerdeydi. Aceleyle yerken arka masada gayet yüksek volümlü konuşan yaşları hayli geçkin iyi adamın konuşmalarına kulaklarım misafirlik etmek istedi, etti. Adamlardan biri meğer yıllardır saçını boyuyordu ve 20 yıllık arkadaşı bu durumu o masada öğreniyordu. Neyse boya numarasından, saçın doğallığına uzanan konuşmayı dinlerken kasada oturan abinin sinirli bakışlarını hemen ardından da şimdiye kadar gördüğüm en kötü peruğu kafasında taşıdığını farkettim. Koyu sarıydı, gölgeleri de vardı, inanamadım. Keşkül çok kötüydü. Çayımı yudumlarken, yoldan geçen o adamı gördüm. Montunu pantolonun içine sokmuş, kemerle sıkıca bağlamış saçlarını jöleyle punk kardeşler gibi şekillendirmişti. Ne lan bu şaka mı diye düşündüm. Pılımı pırtımı toparlayıp mekanı terketmeye hazırlanırken arka masadaki saçı boyalı adama göz attım gayri ihtiyari, saçının %50'si dökülmüştü, resmen keldi ve yanlardaki iki tutam saçını boyadığı kumralın doğallığıyla övünüyordu. Artık orada daha fazla kalamazdım.
**
Zifir de keşkül kadar tuhaf bir kelime
Dinlesene, Mira.

Cuma, Ocak 12, 2007

KROKİ


Kaza tutanaklarında yer alan olay yeri basit krokisi yaklaşık böyle bir şeydir. Artık mesleki deformasyon mudur, insani deformasyon mudur bilmem ama ben o yerde yatan çöp adamı görünce gülerim. Evet o çöp adam ya çarpma / çarpışmanın etkisiyle araçtan fırlayan ya da karşıdan karşıya geçmeye çalışırken kazaya kurban giden şahsı simgelemektedir. Ölü veya yaralıdır, bilirim, yine de gülerim. Ölü muayene ve otopsi tutanağı diye bir şey vardır, ona hiç gülmem misal. Sen benden daha mı iyisin ? Tebrik ederim.

Çarşamba, Ocak 10, 2007

ÜŞENMEDİM, SİZ HANGİ SÜPER KAHRAMANSINIZ TESTİ YAPTIM

Sonuçlar aşağıdaki gibi çıktı.Green Lantern beni şaşırttı, kucaklarım.



Green Lantern 75%
Superman 70%
Catwoman 70%
Wonder Woman 62%
Batman 60%
Hulk 60%
Iron Man 60%
Supergirl 57%
Spiderman 45%
The Flash 40%
Robin 35%

Cumartesi, Ocak 06, 2007

BU DA BÖYLE

Yılbaşı akşamını annemin uygun gördüğü üzre bir tv kanalının bayrama özel kasıntı tv filmini izleyerek geçirdik. Konu iş dünyasının garabetinde boğulan, anne babasının yaşamayı başarmış biricik evladı delikanlının, bayramda, ailesini ziyaret etmek yerine yazlıkta tatil yapmayı arzulaması ve bu seçim karşısında pencere önüne yapışmış oğlunu bekleyen annenin hezeyanları idi. Annem arada bana manalı bakışlar atarak ve replik desteksiz ( yaaa yaaa manalı ) kafa sallayarak izledi. Ben ertesi gün işe gitmeyecek olmanın verdiği mutluluk sarhoşluğuyla koltukta uzanmış hayırsız evlatla kendimi özdeşleştiriyordum ki uyuya kalmışım. Her yıl olduğu gibi bu yıl da 10 dan geriye doğru sayamadım, sıfır deyince haykırarak zıplayamadım, şampanyaları patlatamadım.

Tatil boyunca elime değmemiş, rahatsız edilmemek için kapattığım telefonumu perşembe sabahı işe gitmek üzere hazırlanırken açtığımda, hafif yana yamultulmuş ağzımla en ükela gülümsememi takınıp üff şimdi bir sürü mesaj gelecek, kimler kimler aramıştır beni diye düşündüm, yoruldum. Telefonum açıldı ama ses yoktu, sadece iki yıl evvel aldığım iki teflon tavanın hatrına olsa gerek tefal mesaj atmıştı. Garip bir rahatsızlık hissettim, üzerine düşünürsem haksız çıkacağımı anlayınca rahatsızlık geçti, geçmiştir herhalde.